Kendinden Oteye Gocemeyen Ruh


Her sey bol rutubetli, kucuk mu kucuk evimde; yillardir ardimda nereden nereye tasinirsam tasidigim ne kadar mektup, sigara kutusu, zarf, fotograf, not kagidi, gazete kupuru, defter-ler varsa hepsini bir gecede yakip kule donusturmem, bir kismini da denize atmamla baslamis olmali. Cesitli sebeplerle biriktirdigim; ama baslica sebep olan ‘’bir gun kitap yazacagim elbet’’ dusuncesiyle dag gibi biriken defterler uzerimde sanki gecmisi bir tabut gibi omzumda tasiyormusum hissi yaratiyordu. Sanki evin kapisini acinca birden fazla ruh uzerime cullaniyordu, bir sigara dumani gibi. Kitap yazacagim yoktu, hele gecmiste yazdigim yazilari okuyup da yeni bir kitap yazacagim hic yoktu. Yaktim gitti, attim gitti. Hepsini. Herkesi. Tesekkurler beni bugune tasiyan her seye ve herkese.

Arnavutkoy’de denizin akintisini izlerken ve bacaklarimi oturdugum tastan asagiya sallarken, seneler once o tas ustunde oturup da ‘’burada yasamak, bebek’te de calismak istiyorum,’’ deyisim; bir sene sonra da dilegimin gerceklesmesi geldi aklima. İc cekerek gulumsedigimi hatirliyorum. Derin bir nefesle soyledim. Gitmek istiyorum buradan. Denizin dibine gitmek istiyorum, yerinyuzunden dibine; gerekirse belki bulutlarin ustune. Buradan uzaga gitmek istiyorum, mumkunse kendimden bile, dedim. Gozlerim doldu ve ne demeli? Yuzlestim; sevilmedim.

Cok gecmeden derimdeki deriden, kalbimdeki yaralardan uzaklastim. Buyumus, buyutmus, olgunlasmis; toplanmayi bekleyen bir meyve; ruzgarina razi bir kus... ne bileyim iste... Hollanda’ya gidiyorsun, dediler is yerinden. Toplanti dediler yayin tarihiyle cakisiyor, siz gidin dediler. Kalbim minik bir serce, pirpirpir gittim. Toplanti bitti, birkac gun gecirildi, donus gununde birlikte is yaptigimiz adam ogle yemegi yiyelim, dedi. Sonra sizi havaalanina birakirim. O yemekte, her seyin basladigi Hilversum sehrinde is teklifi aldim. ‘’Buraya yerlesmek, yeni baslayacak olan format icin bizim ekibimizle calismak ister misin?’’ O an gozumun onune Arnavutkoy sahili geliyor, akintida yitip giden dunlerimi hatirliyorum.

Vedalar edildi. Biraz carcabuk. El ayaga dolasti. Bir iki kere Hollanda’ya gelmem gerekti. Birkac projede calisip, bir diger patrona kendimi gostermem gerekti. O arada beni Josh ile tanistirdilar. Dediler ki siz ikiniz danismanlik yapacaksiniz yapim sirketlerine. Yapariz, dedik. Gulumsedik. O gun bugundur gulumsuyoruz.
Ben Josh’a asik oldum o yaz. Oyle bir yazdi ki... Ne bileyim iste Hollanda’da yaz olmaz, diyenlere nanik yapacak bir yazdi. Alkol, uyusturucu, ask, konser, festival, yagmur, bisiklet, dans, bolca dans olan bir yazdi. O yazin sonunda da Juliet’in geldigini ogrendik. Oyle deli bir ask ki, kelimelerle yetinmesin; ete kemige de burunsun, dedik. Turkiye’ye donmem gerekiyordu, oturum iznimin cikmasini beklemem gerekiyordu. Hic korkmuyordum. Midemde beni ayakta durmaya zorlayan kucuk bir kelebek vardi; ama hic korkmuyordum. Ellerini dusunuyordum surekli Juliet’in, nedense surekli ellerini. Ayaklarim yere basmadigi icin, surekli optugum, kokladigim, sevdigimi soyledigim, baktikca gulumsedigim adama duydugum ask sanki canlanacakti; ben de ona al iste bu, bu iste benim sana askim, diyebilecektim. Sanki sonunda onu ne kadar sevdigimi sadece o degil, tum dunya ogrenecekti. Ben de oh be, diyecektim. Bir ucurumdan asagiya bagirip seviyorum, oh be, romantizminde belki. Bilmem.
Aralik’ti oturum iznim ciktiginda. Yagmur yagiyordu Istanbul’da. Dizime kadar sulara bata cika o mudurluk senin, bu muhtarlik benim kostugumu, gucumun tukendigini, islakliga aldirmadan kaldirima oturup agladigimi hatirliyorum. Yoruldum, artik gidemeyecegim. O zamanlar Juliet tabii elsiz, ayaksiz. Bana yalnizca surekli acikma ve sinirlenme hissi pompaliyor. Ya da onu sucluyorum her fevriligim icin, bilmem.
Yagmur yagiyordu Hollanda’ya geldigimde. Elimde koskoca bir bavul, digerinde 8 kiloluk bir kopek. Soluk soluga opuyorum sevgilimi. Ardimda sevdiklerimi birakip aileme sariliyorum. Kopegime, bebegime ve sevgilime. Sonrasinda hem calismak hem de karnimi buyutmek, Juliet’in gelecegi gunu beklemekle geciyor zaman. Nasil geciyor hic anlamiyorum tabii. İs yerine gitmek yaklasik iki saatimi aliyor. İnsanlari izlemekle, hepsine dair kucuk kucuk hikayeler yazmakla; kitap okumakla geciyor yolculuklarim. Karanlik, soguk, bitmeyen tren yolculugu kimi zaman. Agliyorum sinirden bazen. İstanbul’da ben her is yerime yuruyerek gittim, diye. Sonra bir kahve molasiyla soluklaniyorum. Geciyor. Kisa sureligine.

Juliet, olmasi gerektiginden kucuk gorunuyor surekli kontrollerde. Ebe beni doktora yonlendiriyor. Evde doguracagim, mumkunse suda doguracagim, kendi ellerimle cikaracagim onu diyorum hep. Hayallerim bir bir beni hastanede gerceklesecek bir doguma itiyor. Bir bir terk ediyor hayallerim beni. Suda olmasa da yatagimda dogurayim. Birakin kendim dogurayim’lar bir bir uzak birer yanki. Doktorun suratinin dustugunu hatirliyorum. Ebelerden devraliyorum bu durumu diyor. Olmaz, hastanede doguracaksin. Korkularimla konusuyorum sabah aksam. Ne gerekir bilmiyorum yalnizca konusuyorum kendi kendime. Ben zaten hep, kendi kendime...

Hastaneye yatiyorum. İnsan anadilinde konusmadiginda yasadiklarini sanki kendisi yasamiyor, disaridan izliyor gibi. Suni sanciyla doguracaksin, diyorlar. Suni sanciyla doguracagim diyorum kendime. Etrafimda Hollandaca konusmalar. Lutfen, diyorum. Anladigim dilde konusun. İngilizce bilmeyen ebeyle dogurmam diyorum. Hastanede ne kadar kalacaginiz belli degil, diyorlar. Bilgisayar, kitap ne varsa yanimizda tasiyoruz.
İlk gun dans ediyorum bolca. Oyle bachata faln degil, Juliet icin degil, kendim icin. Elektronik muzik acip saliniyorum, sanki yeniden festivallerin birindeymisiz gibi. Kitap okuyorum biraz. Jazz dinleyerek uyuyoruz. Eli elimde. Ertesi gun suni sanciyi bagliyorlar. Bol bol gulumsedigimi hatirliyorum. Kasiklarimin catladigini hissettigimi, seruma bagli oldugum icin hareket etmekte zorlandigimi, beni dusa tasidiklarini, burada doguracagim, deyislerimi. Juliet’le konusmalarimi... Insan ne hayal ederse hayat en az bir kere tokatliyor onu. Yok bunu denemelisin, sana ogretecekleri var, diyor. Hayallerimin cogu gerceklesmedi. Akisina birakmayi ogrendim. Evde, suda, ormanda, dogurmadigim ve dogurmayacagim tum cocuklar adina gelen Juliet Milena’yi hastane odasinda, kendi ellerimle dogurdum. O an orada o odada, ya da Hollanda’da degildik. Nerede oldugumuzun bir onemi yoktu. Bir yere yerlesememeyi, ayaklarimin yere degmeyisini hala iliklerime kadar hissediyorum.

Kimseye ‘’Gelin, burasi harika’’ diyemem. Goc etmek hem mekan degistirmek hem de kisinin kendine donerek yaptigi zorunlu bir yolculuk. Kendisiyle yuzlesmeye hazir olanlar goc etsin. Yuzumu mekana degil kendime dondugumden beri hizli bir girdabin icinde savruldugumu hissediyorum. Kontrolu bazen elde tutmak mumkun degil. Guvenli alandan cikip, seni sen yaptigini sandigin sevdiklerinden, sifatlarindan siyrilip yepyeni bombos bir kisi olarak sifirdan baslamak... Kultur, dil gibi degisiklikler, insanin kendisine once yabancilasip, her seyinden soyunup yuzlesmesi kadar zorlamiyor. Ben neymisim yahu? Demiyorsun. Ben ne-ler degilmisim, ne – ler ...

Ben zaten kendi kokune uzak bir agactim ama benim gibi birine bile zor oldu yerlesmek. Burada en iyi ogrendigim sey dogaya donmek, dogayla yuzlesmek. Oz’e kavusmak. Her seyi yeniden ogrenmek. Dunsuz, her gune yeniden baslamak. Cicegin acisindan, bebegin dogusundan ogrenmek hayati... bahceciligi ogrendikce, o cicek bu mevsimde acmaz diyebildikce guclendim. Cunku ben goc etmeyi, ettiysem de ruhumu su an bulundugum mekanda sallandirmayi ciceklerden ogrendim. Saksilarina yapismis kokleri nazikce birbirinden ayirip; kokleri suda yumusatip; ozgur birakip; yeni yerlerine yerlestirmem gerektigini ogrendim. Yumusak gecisi ogrendim onlardan. Ve ciceklerin bile saksilarindan ayrilip yeni yerlerine geldiklerinde, uyum saglama surecleri oldugunu, birdenbire hicbir seyi kabul etmediklerini; bir sure mutsuz olduklarini sonra mutlandiklarini ogrendim. Gucum kalmadi yuzlestigim bu ‘’hic’’i sevmek icin, dedigim anlarda, nane yapragini oylesine koydugum suyun icinde kok saldiginda konusurken dinledim. Ben her kosulda koklendim, sen de yerin degisene kadar koklen, guclen dedigini duydum. Kendi kendime yaptigim yolculuklarin herbirinden ogrendigim ilk bilgi, her kosulda kendime sarilmam gerektigiydi.

İnsan her gun hayata dair bir sey ogreniyor. Ben her gun yeni bir sey ogrenmeye kendimden basliyorum. Her gun kendime sasiriyorum. En cok da sabrima ve gucume. Sasirdikca buyuyorum, buyudukce buyutuyorum.


Goc etmek kolay degil. İnsanin kendinden, kendine...

Yorumlar

  1. Karamsarlığa düştükçe, kendimi kavanozda hissettikçe, kırmam gereken bir şeyler olduğunu bilip yine de çıkmaya cesaret edemeyince, açıp açıp bu yazını tekrar tekrar okuyorum. Ne iyi yapmışsın da yazmışsın, hem de ne güzel yazmışsın, canım benim :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar